15 Ağustos 2013 Perşembe

Kimin eli kimin cebinde belli değil. (MİT Recep Tayyip Erdoğan'ı seviyooo)

albayraklar, ali bulaç, cüneyd zapsu, gerçek, gerçekleri, milli istihbarat teşkilatı, mit, pkk, recep tayyip erdoğan, ülker
Kimin eli kimin cebinde belli değil. (MİT Recep Tayyip Erdoğan'ı seviyooo)
M.İ.T. Tayyip'i seviyooo

Tayyip'in baş danışmanlarından Mehmet Metiner, NTV'de yapacağı programın MİT'in üst düzeyi tarafından kaldırtıldığını söylüyor, bu şekilde MİT ile aralarının iyi olmadığını anlatmaya çalışıyordu. Bakın Metiner, o konuyu kendince nasıl işliyordu:

"Teklif televizyon yöneticilerinden gelmişti. Benim hiçbir şekilde dahlim olmamıştı. Sonra proje ete kemiğe bürünme aşamasına geldiğinde, yani yurt dışı görüşmeler için olumlu yanıtlar alındığında gene kendileri tarafından iptal edilmişdi. Sonradan kulağıma çalınan bir bilgiye göre, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'un telefonu üzerine o projeden vazgeçilmişti. O tarihte NTV'nin başında Nuri Çolakoğlu bulunuyordu. En doğrusunu o bilir. "

Metiner'in Proje dediği, eli kanlı terör örgütünün övgüsü kapsamında başta Osman Öcalan olmak üzere, birçok PKK'lının NTV ekranından şov yapmasına olanak sağlayacak girişimlerdi.

Metiner, yine "Yemyeşil Demokrasi" kitabının 588. sayfasında aktardığına göre, bu defa PKK'nın asker alma şubesi gibi çalıştığı DGM kayıtlarına da geçen HADEP'in, Genel Başkan Yardımcısı sıfatı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde sohbetler yapıyordu. Yine bu sohbetlerin birinde; Hizbullah operasyonları sırasında Hizbullah'ın kaybolan paraları soruşturmasında adı yer alan ve daha sonra Diyarbakır Emniyet Müdürü olacak Atilla Çınar'ın kendisine şu sözleri söylediğini aktarıyordu:

"MİT Bölge Temsilcisi de şu anda aramızda olacaktı, ama gelemedi."
Kitabında sürekli olarak MİT'ten yakınan Metiner, Çınar'ın bu sözlerine kitabında şöyle cevap verdiğini aktarıyordu: "Bizce hiçbir sakıncası yok. MİT de bizim bir kurumumuz. Onun temsilcisiyle görüşmekten mutluluk duyarız..."

MİT Temsilcisiyle görüşmekten mutluluk duyacağını söyleyen Metiner; yine aynı kitabın 495. sayfasında MİT'in kendisini istemediğini de şu şekilde anlatıyordu:

"Bir gün Hüseyin Besli'nin odasında ben, 
Hüseyin ve Ali Bulaç baş başayız. Bulaç anlatmaya başladı:
"Dün Tayyip Bey'le bazı konuları müzakere etmek için beraberdim. Hayli sıkıntılı gördüm kendisini" dedi.

"Hayırdır inşallah ne tür sıkıntı" diye sordum. "Seninle ilgili. Milli İstihbarat Teşkilatı'ın (MİT) üst düzey yetkilileri birkaç kez gelip konuşmuşlar kendisiyle. Senin Kürtçü-PKK'cı olduğunu, yurt dışına çıktığında PKK’larla görüşüp buluştuğunu, buna dair belgelerin ellerinde bulunduğunu vs. söylemişler. 'Mehmet Metiner'in yakınınızda biri olarak bulunması, siyasi geleceğiniz açısından büyük sorunlar doğurabilir.' gibisinden laflar etmişler..."

"Metin Aydın, Mehmet Kâhtah, Metin Korkmaz, Aydın Seçil" gibi kod isimleri kullanan Mehmet Metiner, duydukları karşısında donup kaldığını söylüyordu. Hemen "Reis" diye hitap ettiği Tayyip'in bu anlatılanlara tepkisinin ne olduğunu sordu ve başladı oda içinde dört dönmeye.
Mücahitlik, Demokratlık, Demokradklik, Delikanhhk, Civanlık. Dik Duruşluk, Düz Gidişlik, Bağımsızlık ve benzeri konularda attıkları zaman mangalda kül bırakmayan, Tayyip Erdoğan, Mehmet Metiner ve Ali Bulaç; MİT'in bu ihtarı karşısında;

"Siz kim oluyorsunuz da seçilmiş bir Belediye Başkanına yanındaki danışmanını uzaklaştır diyebiliyorsunuz, biz sizin elemanlarınız mıyız? Siz, ancak elemanlarınıza böyle buyurabilirsiniz"şeklinde bir itirazda bulunmuyorlar, bulunamıyorlardı.

Bu itirazı yapamadıkları gibi patronlarına karşı mahcup olmuş bir çırak edasıyla kem küm ederek, "Metiner iyi bir çocuktur" şeklinde cevap veriyorlar, MİT'i kızdırmamak adına orta yolda anlaşıyorlardı.
İran karşı devrimi hakkında Mehmet Kerim kod adıyla övgüye boğan yazılar yazan Tayyip'in danışmanlarından, Baba tarafından Arap, anne tarafından Kürt olan Ali Bulaç, Gürcü Tayyip ve Kürt kökenli olduğunu her fırsatta ilan eden Mehmet Metiner; MİT'in ikazının ardından bir araya geliyordu. Uzun uzun konuşuyorlar ve sonunda Tayyip şöyle bir karara varıyor, Mehmet Metiner de bunu onaylıyor ve bu onayı kitabında yayınlıyordu. Okuyalım:

"Mehmet, sen bir süre gözden uzak ol. Televizyon programlarına katılma. Yurt içi ve yurt dışı konuşmalarını da iptal et. Bir tür inzivaya çekil..."

Şeriat savaşçısı (!) Metiner, Bulaç ve Tayyip bu sözlerden sonra kucaklaşıyorlar, MİT'in direktiflerine harfiyen uymaya karar veriyorlardı.

Ergenekon'un homoseksüel haham yamağı Tuncay Güney'in arkadaşı Mehmet Metiner, kitabında Tayyip ile birlikte MİT'in buyruklarından bir an bile olsa çıkmadıklarını noktası virgülüne kadar aynen şu şekilde anlatıyordu: "O günden sonra aynen Tayyip Başkan'ın dediği gibi hareket ettim. Sadece Tayyip Başkan'ın çalışmaları söz konusu olduğunda veya benden bir şey yapmamı istediğinde göründüm.
Bir tür inzivaya çekildim..."

Ne güzel değil mi?
MİT'in emrinde gelişip büyüyen bir Başbakan ve onun danışmanı ve danışmanları!..
MİT'in direktiflerinin dışına çıkamayan Mehmet Metiner, Kartal'da benim doğup büyüdüğüm mahallede oturuyordu. Kitabının 274. sayfasında "Hizbullahçılar tarafından dövülüyorum" başlıklı yazısında, Hizbullahçılardan yediği dayağı şöyle anlatıyordu:
"Girişim Dergisi 1990 yılında kapanmış, ben Tayyip Erdoğan'la çalışmaya başlamıştım. Bir yandan da Milli Gençlik Vakfı'ndaki gençlere yardımcı oluyordum. Milli Gazete'de birinci sayfada günlük yazılar yazıyordum. 1991 yılında Milli Gazete'de yazdığım bir yazıdan dolayı Kartal'da kaldığım apartmanın girişinde bir akşamüstü örgütün infaz timi tarafından dövüldüm.
Bilmeyenler için belirteyim. Örgütün İslami camia içerisinde cezalandırdığı ilk kişi benim...''
Metiner, dayak sahnesini kitabında şöyle anlatıyordu:

"Neye uğradığımı şaşırmıştım. Meğer ellerinde büyükçe bir kola şişesi taşıyorlarmış. Kafama inen darbeden sonra kırılan o cam şişenin suratıma saplandığını yerde debelenirken fark ettiğimde iş işten geçmişti zaten. Gözlüğüm paramparça olmuştu. Sağ gözüm yerinden çıktı zannetmiştim. Suratıma inen tekmelerin haddi hesabı yoktu. Bağırışmalar üzerine apartmandakiler seslenince beni öylece bırakıp gittiler. Arkalarından seğirttim. Ama karanlığın içinden çoktan kaybolmuşlardı. Hem ne yapabdirdim ki!"
Metiner, saldnının kimden geldiğini bildiği halde polise verdiği ifadede saldırganları tanımadığını söylüyor ve bu konuyu da kitabının 275. Sayfasında şöyle işliyordu:

"Örgütün İstanbul temsilcisini ve aktif elemanlarını tanıyordum. Dayımoğlu Emniyet Müdürü idi. İsteseydim hepsini jurnalleyebilirdim. Ama yapmadım. İslami anlayışıma sığdıramadım. Acımasızca dövülmüş olmama rağmen, o zamanki İslamcı anlayışım dolayısıyla "kâfir rejime" ihbarda bulunmayı kendime konduramadım."
Metiner, "O zamanki İslamcı anlayışım dolayısıyla "kâfir rejime" ihbarda bulunmayı kendime konduramadım" diyor, ancak aynı anlayışı içinde taşırken, yine "kâfir rejim" olarak nitelediği devletin istihbarat kurumunun emirlerine harfiyen riayet etmeyi İslamcı anlayışlarına uygun görüyordu.
Metiner, kitabının 275. sayfasında; Hizbullahçılardan yediği dayağı anlatırken, 478. sayfasında ise ayrı bir telden çalmaya başlıyor, kendisini kimsenin  tokatlayamayacağını hatta azarlayamayacağmı bile iddia edebiliyordu. Okuyalım:

"Bugüne kadar beni kimse bırakınız tokatlamayı, azarlamaya dahi tevessül edememiştir. Kendimi bildim bileli bağımsızlığıma ve onuruma düşkün biriyimdir..."
Ne diyelim, İslamcının onur ve bağımsızlık aşkı böyle oluyormuş.

Humeyni Özlemcisi Türkler
Mehmet Metiner, Türkiye'den birçok isimle birlikte İran'ın Londra'da düzenlediği ve finanse ettiği toplantılara katılıyor ve hep beraber başta İran olmak üzere İslami hareketleri övüyorlardı. Toplantının finansörlüğünü İran yapıyor, konferansa iştirak edenlerin uçak paralarından, yeme içmeleri dahil otel masraflarına kadar yine İran ödüyor, İngiliz basını bu olayı "Humeyni Özlemcisi Türkler" başlığı ile duyuruyordu.
Metiner ile birlikte bu toplantılara şu ilginç isimler de katılıyordu:
Hüseyin Velioğlu: Hizbullah terör örgütü'nün lideri...
Fehmi Koru: Abdullah Gül'ün De Facto Özel Kalem Müdürü. Tayyip'e yakınlığı ile bilinen Yeni Şafak Gazetesi'nin çift kimlikli yazarı...
Süleyman Gündüz: İran karşı devrimini yıllarca savunan yazılar yazan diş doktoru. AKP'nin kurucu üyelerinden ve Sakarya Milletvekili...
Necati Aktülün: İran karşı devrimi savunucularından... Fethullah Gülen cemaatine ait Zaman Gazetesi kurucularından ve patronlarından, İstanbul sorumlusu...
Toplantıya katılan diğer isimler ise; Hatemigillerden Hüseyin Hatemi, Atasoy Müftüoğlu, Ahmet Ağırakça, Cevizli-Tamirhane'de bulunan Hipaş Market ortaklarından Kerimoğlu ailesine mensup Akif Kerimoğlu...
Ergenekon iftiranemelerinde ne deniyordu?
Ergenekon ile Hizbullahçılar işbirliği halinde.
Hizbullah terör örgütünün liderinin de katıldığı ve tüm masrafların İran Konsolosluğunca karşılandığı toplantıya katılan Ergenekon tezgâhından tutuklu bir tek isim var mı?
Yok!
Peki, gerçekler bu durumdayken iftiranın böylesine ne denir?
Hizbullah terör örgütünü "Allah'ın askerleri" tanımlamasıyla yere göğe sığdıramayan kimdi?
Fethullah Gülen!
Üstelik Fethullah'ın Hizbullah terör örgütünü övdüğü Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 19.11.2001 tarih, 2001/6807.E ve 2001/11349 K. sayısı ile de kesinleşiyordu.
Şimdi bir başka soru daha soralım. Ama bu suali, Ergenekon ile Hizbullah işbirliği halinde diye manşetler atan gazetenin başyazarı Abdurrahman Dilipak'a yöneltelim.
Hizbullah'ın eylemleri kendisine sorulduğunda; "İslam'ın mücahidlere de ihtiyacı var" şeklinde konuşan kimdi?
Sahi kimdi?
Gerçekler bu kadar ortadayken hiç utanmadan bir de sıkılmadan ne diyorlar?
"Ergenekon ile Hizbullah işbirliği halinde."
Tayyip'in, Belediye Başkanlığı döneminde, Belediye'nin yan kuruluşları olan BİT'lere İBDA-C başta olmak üzere, DHKP-C, PKK, TKP, İslami Hareket, Hizbullah, THKP/C KURTULUŞ, Türkiyeli Talebeler Konseyi, İslami Hareket gibi örgütlere bağlı insanlar yerleştiriliyordu.
Konumuz Hizbullah:

İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraki olan İSTAÇ AŞ'den Genel Müdür Abdülhalim Karabıyık'ın adıHizbullah terör örgütü davasına karışıyordu. 1999 yılına kadar İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı İS-VALT AŞ, bu tarihten sonra İSTAÇ Genel Müdürü olarak görev yapan Abdülhalim Karabıyık, Mülkiye Başmüfettişlerinin hazırladıkları raporlara göre Hizbullah terör örgütüne yönelik operasyonlar nedeniyle aranıyordu. Karabıyık hakkında müfettişlerin incelemesi sonucunda şu bilgilere ulaşılıyordu:

"...İSTAÇ AŞ Genel Müdürü olmasından itibaren İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden alınan çöp toplama ihalelerini Albayraklar grubuna vererek bu grubun menfaatlenmesini sağladığı ve bu hususta hakkında dava açıldığı halde 2002 yılında da alınan çöp ihalesinde bu kez Albayraklar grubunda çalışan elemanları şirkete alarak muvazaa yoluyla Albayraklara menfaat sağladığı, yine bu grubun şirketlerinden olan Motif Tur Nakliyat Tic. Ltd. Şti'ye 2000-2001 yılı araç kiralaması ihalesi verilerek menfaatlenmenin bu yolda devam etmesi sağlanmış, Mehmet Nuri Yazıcı adlı Üsküdar Belediye Meclis Üyesi olan şahısla birlikte 3 adet başka belediye meclis üyesinin şirketle hiçbir ilgisinin olmamasına rağmen cep telofonu faturalarının ödenmesini sağlayarak şirketi şahıs çıkarlarına alet ettiği, şirketi zarara uğrattığı, 2000 yılında alınan sekiz adet yönetim kurulu kararı ile şirket kaynakları İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlanmış, 2000-2001 yıllarında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Spor Klübüne "reklâm" adı altında 230 milyar TL kaynak aktarımında bulunmuş... Birleşik faizli sermayesi yaklaşık 18 milyon 880 bin dolar olan şirketin net aktif değeri 6 milyon dolar seviyesine gerilemiş..."
Müfettiş raporlarına göre. Belediye şirketini kâra geçirmek bir yana yaklaşık 12 milyon dolar zarara uğratan, Hizbullah terör örgütüne karşı yürütülen operasyonlar nedeniyle aranan İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı İSTAÇ Genel Müdürü Abdülhalim Karabıyık'ın, yapılan incelemelerde Fethullah Gülen'in kurucu üye olduğu ve aynı zamanda onursal başkanlığını yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'na 3 bin dolar bağışladığı ortaya çıkıyordu.
Bunlar ortaya çıkanlar!..
Ya çıkmayanlar?
Fethullahh Gülen, Hizbullah terör örgütüne boşuna mı övgüler yağdırıyordu.
Gülen yanlısı Zaman Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapan ve Samanyolu televizyonunda yer alan programların gediklisi Ali Bulaç'ın Tayyip'in danışmanlığını yapmasının yanında, belediye şirketi KÜLTÜR AŞ'de "Kültürel Etkinlikler Koordinatörü" olarak görev yaptığı da ortaya çıkıyordu. Çok eşli Ali Bulaç, İran yanlısı ve Türkiye'de İran rejimi gibi bir düzen kurmayı amaçlayan Türkiyeli Talebeler Konseyi isimli örgütle irtibatlı olduğu gerekçesiyle 28.12.1981 tarihinde yakalanıp, sıkıyönetim komutanlığına teslim edildiği müfettişlerce tespit ediliyordu.
1994'den bu yana BELBİM'de görev yapan İbrahim Bulaç'ın da, Ali Bulaç'ın yakını ve Türkiyeli Talebeler Konseyi isimli örgütle irtibatı İran modeli bir düzen kurmak istedikleri için yakalanıp sıkıyönetim komutanlığınca sevk edildiği mahkemece tutuklanıp, 1982 yılında tahliye edildiği müfettişlerce ortaya çıkarılıyordu.
O günlerde Belediye'deki yolsuzluklar dahil hukuk dışı olayları ortaya çıkaran müfettişler AKP döneminde kıyıma uğrarken, suç bulamayanlar (!) ise Valilikle ödüllendiriliyorlardı.
Bütün bu gerçeklere rağmen Fethullahçı, dinci ve onların yalakası 2. Cumhuriyetçiler ne diyor?
"Hizbullah ile Ergenekon bağlantılı."
Emniyet ve Savcılar uydurdukları Ergenekon için aynı şeyleri söylemiyorlar mı?
Alın size bir başka bağlantı.
12 Haziran 2010 tarihli gazeteler, Tayyip'in Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ı Türkiye'ye davet ettiğini yazıyordu. 
Tüm dünyanın terörist olarak kabul ettiği Hamas lideri Halid Meşal ile görüşen ve Hamas'ı terörist olarak kabul etmediğini ilan eden ve onların avukatlığım üstlenen ve bu avukatlığı Hamas tarafından reddedilen Tayyip, bu defa rotayı Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'a çeviriyor ve onunla görüşmek istiyor ve Nasrallah'ı ülkemize davet ediyordu. 
İsrail tarafından gerçekleştirilebilecek bir suikast sonucu hayatını kaybedeceğinden endişe duyan Nasrallah'a, Ankara'ya güvenli bir şekilde ulaşma garantisini bu örgütün destekçisi İran veriyordu. İran, Nasrallah'ın Türkiye'de kaldığı sürede korumalığını da üstleniyordu.
Metiner'in çıkardığı Girişim Dergisi'nin yayın kurulunda İran'ın İstanbul Başkonsolosluğu'nda çalışan İhsan Işık, "İhsan Nur" kod adıyla yazılar yazıyordu.
Mehmet Fatih Saraç, Tayyip'in en yakınında yer alan isimlerden biriydi. Kasası olduğu iddia ediliyor ve daha sonra ayağından vuruluyordu. Tayyip'in kefil olduğu Yasin El Kadı'nın yine Tayyip'in danışmanlarından Cüneyt Zapsu ve dolayısıyla Ülker grubu ile ortak şirketleri vardı.
Metiner'in "Kardeşlik Çağrısı" adlı kitabı Saraç'ın sahibi olduğu "Risale" yayınlarından çıkmıştı. Suudi Arabistan'da şeriat tahsili gören Saraç ile Metiner de çok sıkı işbirliği içindeydiler, öyle ki kitaba önsözü Saraç yazıyor ve Metiner'i övgüye boğuyordu.
Bir gün İrancı, bir gün Suud'cu, bir Cem Boyner'in bir Aydın Menderes'in yanında, bir HADEP'de bir  Fazilet'te, bir de bakıyo ruz Recai Kutan'ın yanı başında... Bir APO'nun gölgesinde bir Sırrı Sakık ve Ahmet Türk'ün çevresinde. Ancak sürekli olarak Tayyip'in "kardeşliği" ve "Beyninin yarısı" olarak.
Peki, nasıl oluyor bu denli karışık işler derseniz, gelin bu sorunun cevabını Metiner'in yazdığı kitabın 15. sayfasında arayalım. "Dönmesini bilmeyenler, ilerlemesini de hiç bilmezler. Değişmeden ilerlemenin mümkün olmadığına inanıyorum..."

İslamcılar öyle dönüp duruyorlardı ki, onların bu hızlarına şanzımanlı Arçelik bile yetişemiyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu güne değin en çok tıklanılanlar