24 Ağustos 2013 Cumartesi

Arap Baharı mı? Haçlı Seferi mi? Recep Tayyip Erdoğan ne yapmaya çalışıyor?

akp'nin gerçek yüzü, büyük israil projesi, evanjelistler, masonluk, mehmet fahri sertkaya, recep tayyip erdoğan, suriye sorunu, turhan çömez



11 Eylül 2001 Dünya Ticaret Merkezi'ne uçakların çarpması hadisesinden ve ardından kendi de bir Evanjelist olan ABD eski başkanı Bush'un "Bu bir Haçlı seferidir." açıklamasını bir katedralde yapmasından sonra bile hâlâ daha gerekirse gözlerini ve kulaklarını kapatarak gerçekleri görmek istemeyen "adı müslüman"ların bulunuyor olması ve bu sahtekarların sayıca samimi müslümanlardan fazla yekun tutuyor olması, biz samimi ehli sünnet müslümanlarının gerçekleri görmesine mani değildir.


11 Eylül 2001 hadisesi ile birlikte 3. dünya savaşı fiilen başlamış, tam da Şangay Birliği ülkelerinin merkezinde kalan Afganistan işgal edilmiş, oraya devasa askeri üs ve yığınak yapılmış, Şangay kalbinden vurulmuş...Ardından "22 Ortadoğu/İslam ülkesininin rejimlerini ve haritalarını değiştireceğiz" diye açıkça dünyaya ABD ve müttefikleri tarafından meydan okunmuş...

Irak, kimyasal silah bahanesi ile işgal edilmiş, Irak'ta bir buçuk milyon sivil katledilmiş, beş milyon çocuk yetim kalmış, beş milyon insan evsiz-barksız, işsiz-aşsız kalmış...

Bu süreçte Boşbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Komşuda yangın varken şahsi kanaatim yangına müdahale etmekten yanadır." ve "Her zaman Hayır'da hayır yoktur." açıklamalarını defalarca yaparak, kendi milletvekillerini şiddetli baskı altına alarak, perde arkasından da 24 milyar dolara ABD ile tezkere anlaşması yaparak bizi de bun milyonla masumun katili yapmaya çalışmış...

Yetmemiş ilan ettikleri üzere 22 ülke sıradan geçmeye başlamış, açıktan askeri müdahaleye gücü yetmeyen batı cephesi, Arap Baharı iddiası ile halk ayaklanmaları başlatmış...




Afganistan ve Irak'tan sonra Tunus, Libya ve Mısır da bütün yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile tamamen batı cephesinin kontrolüne geçmiş...

Yetmemiş aynı oyun Suriye'de de çevrilmiş, ama Suriye, batı cephesi ülkelerine, ittifaklarına, piyonlarına, kullandıkları el kaide örgütüne ve içimizdeki AKP taraftarı bakar körlere köprüden önce son çıkışı kaçırdıklarını, sonunu hesap etmeden girdikleri Suriye köprüsünün sonunda onları cehennemin beklediğini göstermiştir.

Bu gerçekleri gözlerini ve kulaklarını bile kapatarak görmek istemeyen kişiler, her ne kadar müslüman olduklarını iddia etseler de aslında insan bile değildirler. Zerre vicdanı olan ve insan olan birisi, şunca zulme, şunca işgale, yalana, oyuna, tiyatroya tepkisiz kalamaz. Elin Hıristiyanları bile kendi işgalci Hıristiyan devletlerine "Yuh olsun! Bu nasıl kansızlık. Bu hareket tarzımız kabul edilemez" diye isyan ederlerken, bizim sözde müslümancıklar onlar kadar bile olamıyorlarsa burada bir durup, bir düşünüp gerçekçi kararlar almamız lazım. Bu Türkiye'nin yarısı bile Müslüman olsa, halimiz böyle olamaz...

| Mehmet Fahri Sertkaya

AkademiDergisi.com


****


AK Parti eski milletvekili ve başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanlarından Turhan Çömez ABD ile 24 milyar dolara tezkere pazarlığının yapılışını ve çok daha fazlasını anlatıyor.

Doğruyu söyleyenin dokuz köyden kovulduğu ülkemizde Turhan Çömez de Ergenekon'a dahil edilip susturulmuştur.





*******


AKP'nin ve Tayyip'in ihanetlerini Milli Savunma Bakanlığı Eski Genel Sekreteri
EMEKLİ KURMAY ALBAY ÜMİT YALIM anlatıyor.

Emekli bir TSK Albayı ihanetin resmini çiziyor...

" AKP iktidara geldiğince terör büyük oranda sıfırlanmıştı.  PKK teröristlerinin büyük çoğunluğu Kuzey Irak'a kaçmak zorunda kalmıştı. Bunlar silahlarını gömerek ya da satarak ortadan kaybolmuşlardı.
Yani bu gün AKP'nin hedef gösterdiği durum AKP iktidara geldiğinde zaten vardı.

Hatırlarsınız, teröristbaşının kardeşi Osman Öcalan, teröristliği bırakmak zorunda kalmıştı ve Kuzey Irak bölgesinde fırıncılık yapıyordu. Şu anda hala fırıncılık yapıyor. Ne oldu peki? Bakın ABD hemen devreye girdi, bildiğiniz gibi 4 Temmuz 2003 tarihinde maalesef askerimizin başına çuval geçirildi, ondan sonra artık olaylar gelişmeye başladı. Ve 2004 yılında Amerika ısrarla, Kuzey Irak bölgesindeki tampon bölgenin kaldırılmasını istedi.  Tampon bölge sayesinde bütün terörist kampları bomboştu ve bizim kontrolümüz altındaydı. Hatta kandil dağı bile TSK'nın kontrolü altındaydı.Doğal olarak, tampon bölge kaldırılınca teröristlere gün doğdu.Tekrar bütün terörist kampları şimdi terörist kaynıyor.

Bunun sorumlusu tampon bölgeyi kaldıran AKP hükümetidir. Yani bitmiş olan terörü, AKP hükümeti açık bir şekilde körükledi ve hortlattı. Daha önce askerin alan kontrolü ve yol kontrolü hakları vardı. Onlar da ellerinden alındı. Şimdi alan ve yol kontrolünü teröristler yapıyor. Bakın, kepazeliğe bakın.Nereden nereye geldik. Bunun dışında, kimsenin haberi yok şu anda, doğu ve güney doğu bölgelerinde görev yapan birçok subay mahkemelik. Teröristler şikayet ediyor ve bizim subaylarımız sorgulanıyor. Hiçkimsenin haberi yok.Herkes mahkemelik.

Yine AKP döneminde, Ege Denizi'nde, Türkiye'ye ait 16 adat, Yunanistan tarafından bilfiil işgal edildi.
Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti bu işgallerin önlenmesi için TSK'ya direktif vermedi.Nerede bu hükümet?
KARDAK krizinde 3 gün içerisinde direktif verildi ve Yunan askeri def edildi oradan, bakın
dokuz yıl geçti hala AKP hükümetinden ses yok.

Yine Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, Akdeniz'de, T.C.'ne ait olan 7 bin km. kare kıtasağanlığını işgal etti.
Orada şimdi petrol arayabilir. Arkasından da 2007 yılında Mısır'a kiraya verdi. Şimdi orada petrol
arasa AKP hükümetinin yapacak hiçbir şeyi yok."

EMEKLİ KURMAY ALBAY ÜMİT YALIM
Milli Savunma Bakanlığı Eski Genel Sekreteri
www.akademidergisi.com




******





20 Ağustos 2013 Salı

İhaneti görenler anlatıyor; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İsrail'e çalışıyor

abdullatif şener, akp'nin gerçek yüzü, büyük israil projesi, içimizdeki israil, kripto Ermeniler, kripto yahudiler, mossad, recep tayyip erdoğan, siyonizm



YENİÇAĞ’a konuşan AKP kurucusu Şener eski yol arkadaşı Başbakan’a çattı

Abdüllatif Şener’in çok konuşulacak şok açıklamaları


AKP’nin kurucu üyelerinden olan Abdüllatif Şener, Başbakan Erdoğan’ın İsrail’in
güvenliğini sağlamak için BOP eş başkanlığı yaptığını söyledi.

Kapanan Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın BOP eşbaşkanı olarak Orta Doğu’da görev yaptığını belirterek, “Başbakan, İsrail’in Orta Doğu’da güvenlik içinde yaşaması için taşeronluk görevi üstlenmiştir” dedi. 

Yeniçağ’a konuşan Şener, kurucu üyesi olduğu eski partisi AKP’ye ve Başbakan Erdoğan’a sert eleştiriler yöneltti. Büyük Ortadoğu  Projesi’nin 2004’te ABD’de yapılan G-8 toplantısında resmen açıklandığını belirten Şener, “Açıklanan demokrasi projesinde Libya ile Türkiye eş başkan seçildi. Başbakan da bu toplantıdaydı. Erdoğan da BOP’un eş başkanlığını üstlendi” diye konuştu. 

Projede demokrasinin bahaneden başka bir şey olmadığına dikkat çeken Abdüllatif Şener şöyle devam etti: "Ne batının ne de İsrail’in bölgede demokrasi istediği söylenemez. Orta Doğu’nun en demokratik seçimleri yapıldığı halde seçimi kazanan Hamas’a bakış tarzları, meşru bir yönetime olan bakış tarzlarını yansıtmıyor."


Önemli olan İsrail


Demokrasi rüzgarının neden Suudi Arabistan’a ve Katar'a ulaşamadığını soran Şener, İsrail karşıtlarına bölgede hayat hakkı tanınmadığını anlattı. Şener, “Nüfusa oranladığınızda bu demokrasi dalgasında en büyük halk ayaklanması Bahreyn’de yaşanmıştır. 400 bin nüfuslu ülkede 50- 60 bin kişi günlerce gösteri yaptı. Oradakilerin özelliği; demokrasi istiyorlardı, evet ama İsrail karşıtı bir gruptu. Ancak talimatı verdiler, Suudi Arabistan askerleri girdi ve çok kanlı bir şekilde bastırdı orayı” dedi. 

Batı Orta Doğu’da her zaman demokrasiye değil, sömürecek kaynaklara ve İsrail’in

güvenliğine baktığını kaydeden Şener. “Böyle bir amacın taşeronluğunu, eş başkanlığını üstlenmek başlı başına bir sorundur. Görüyoruz ki başbakan rolünü, görevini çok sıkı tutmuş, sürdürüyor” ifadesini kullandı.


Terör ve dış politika

Abdüllatif Şener, “Türkiye’de demokrasinin standardı düştü, özgür basın yok, gelişmiş sivil toplum yok, özgürce yazıp düşünen, menfaat ve korku endişesi taşımayan aydın yok. Türkiye’de neden demokrasinin standardı yükselmiyor da ülkemiz gittikçe antidemokratik görüntüler içine giriyor?” sorularının çok önemli olduğunu ifade etti. Türkiye’de kendi ayağına kurşun sıkan, ülkesinin aleyhine sonuçlar doğuracak bir dış politika uygulayan başbakan ve dışişleri bakanı olduğunu savunan Şener, terör ve dış politikanın bu hükümeti çok zora sokacağını ileri sürdü.

Türkiye Suriye’nin parçalanması için çalışıyor

AKP’nin kuruluşunda bulunduktan sonra uzun süre bakanlık ve başbakan yardımcılığı yapan Abdüllatif Şener, hükümetin Suriye’da yaşananları kamuoyuna yanlış aksettirdiğini söyledi. Şener, “Sorun Beşşar Esad’ın, yönetimden uzaklaştırılması gibi takdim ediliyor. Halbuki bununla hiçbir ilgisi yoktur. İlk günden beri Türkiye ve muhaliflerin destekçileri Suriye’nin parçalanması için çaba gösteriyor” dedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Birleşmiş Milletler’da yaptığı konuşmada, Suriye’de uçuşa yasak bölge istediğine dikkat çeken Abdüllatif Şener, “Davutoğlu, burada tampon bölge istiyor. Halbuki biz daha önce bunu Kuzey Irak’ta gördük. Bu doğrudan doğruya Suriye’nin parçalanmasını istiyorum demektir” şeklinde konuştu. Türkiye’nin somut bir şekilde yönetimin değişmesini değil, Suriye’nin parçalanmasını isteyen projelerin peşinde koştuğunu anlatan Şener, “Sadece Suriye’yi değil, Suriye ile birlikte Lübnan’daki Hizbullah’ı da bitirmeye yönelik bir harekettir bu. Bu proje bir İsrail projesidir. Bu projenin içerisinde MOSSAD ajanları kaynaşıyor. Ama bu projenin en güçlü ayaklarından biri Başbakan, bunda bir terslik yok mu?” sorusunu sordu.


Abdüllatif Şener, Suriye’nin parçalanmasından en çok yararlanacak olan ülkenin de İsrail ile terör örgütü olacağının altığı çizdi.


Oyuncu-aktör-dublör çok ama senaryoyu yazan tek; Siyonizm

adl, ak parti, akp'nin gerçek yüzü, b'nai b'rith, jdl, kripto yahudiler, masonluk, recep tayyip erdoğan, sabetayistler, yahudilik






Memleket hatta bütün İslam beldeleri devasa bir tiyatro sahnesine çevrilmiş... Oyuncu-aktör-dublör çok ama senaryoyu yazan tek; Siyonizm....Siyonist ve Hıristiyan dünyasından madalyalı Türkiyeli(!) Devlet Adamları :



1- Başbakan Erdoğan: Yahudilerden "Üstün cesaret madalyası" aldı. Yahudi lobisi 104 yılda sadece 10 kişiye bu ödülü verdi.


2- Ahmet Davutoğlu: ABD Kongresinden "Woodrow Wilson Kamu Hizmeti Ödülü" aldı. 8 Ekim 1918 tarihli Wilson prensiplerinin 12. ilkesi Türkiye'nin bölünmesi.

3- Abdullah Gül: 2010'da İngiliz Kraliyet ailesi Chatham Haus düşünce kuruluşunun "yılın devlet adamı ödülü"nü aldı. Bu kuruluş Sevr'i hazırlayan kuruluş.4- Egemen Bağış: İstanbul Patrikhanesine bağlı merkezi New York'ta bulunan Aziz Havari Andrew Tarikatı'nin "Dinî özgürlükler ödülü"nü Bürüksel'de aldı. Tarikat patriğin Ekümenik iddiasını yürütüyor.

5- Mehdi Eker: Fransa'dan meslektaşı Stephane le Foll'un elinden "Şövalye Liyakat Nişanı" aldı. Ne gariptir ki bugün bu ödüllü hükumet üyeleri, işlerine gelmeyince bu ülkelere kafa tutuyorlar ve fakat ne hikmetse aldıkları madalyaları da vermeye yanaşmıyorlar. Kelimenin tam anlamı ile bir tiyatro, bir danışıklı dövüş sergiliyorlar. Geri planda ödüller, destekler ve talimalar alırken, milletin önünde danışıklı dövüş sergiliyorlar.



Ayrıntılı ve ispatlı bilgiler için şu adresleri inceleyiniz;



15 Ağustos 2013 Perşembe

Hangi Tayyip gerçek? Bir başbakan iki Erdoğan





El Kaide terör örgütü değil miydi Recep Tayyip Erdoğan?

akp'nin ihanetleri, akp'nin yalanları, CIA ajanları, el kaide, gerçek, özgür suriye ordusu, selefilik, suriye sorunu, usame bin ladin
recep tayyip erdoğan el kaide muhalifler özgür suriye ordusu



Hani el Kaide terör örgütüydü?

- Hani bunlar ABD'de ikiz kuleleri vurmuşlardı?
- Hani bunlar İstanbul'da sinagogları ve HSBC'yi vurmuşlardı?
- Hani bunlar hem devletimizin hem hukukçularımızın, hem basınımızın gözünde cani ve teröristlerdi?


Peki ne değişti de biz bunlarla can ciğer kuzu sarması olduk?


- Neden bunlara bunca silah ve cephane verdik?
- Neden bunları, aynı basın, mücahid ve özgürlükçü olarak tanıtıyor?
- Neden bunları bizim ülkemizde CIA, İngiliz SAT komandoları ve MİT yetiştirip eğitiyor?
- Neden hem Suriye'yi karıştıranlarla hem de saldıranlarla bir oluyoruz?
- Neden bunların yaralılarını ücretsiz tedavi ediyoruz?
- Neden bu teröristler için bunca şeyi yaptığımız halde BU AŞAĞILIK SİYONİZM KONTROLÜNDEKİ BASIN ORTALIĞI YIKMIYOR? Neden "Türkiye Cumhuriyeti'nin ambulansları el kaildeli teröristleri taşıyamaz. Hastaneleri bu terör örgütü mensuplarını ücretsiz tedavi ve ameliyat edemez. Böyle bir şey akıldan bile geçirilemez." denilmiyor?
- Neden ABD'nin emir eri olan Suudi Arabistan'dan binlerce selefi vehhabi terörist Suriye'ye sokulduğu halde halka bunların yerli, Suriyeli Sünniler olduğu yalanı anlatılıyor?

- Neden başta BOP eşbaşkanı Tayyip olmak üzere devlet yetkilileri halka gerçekleri anlatmıyor?

Ve siz, neden bunca ihanete sessiz kalıyorsunuz?

Aynı planların Türkiye'ye de uygulanmasını ve BOP yada Büyük İsrail planları çerçevesinde Türkiye'nin de ABD - İsrail ve müttefikleri tarafından vurulmasını mı bekliyorsunuz?







| Mehmet Fahri Sertkaya
AkademiDergisi.com

Recep Tayyip Erdoğan yalan söylüyor, Suriye’deki katliamları CIA ve MI6 Ajanları koordine ediyor

ak parti, büyük israil projesi, büyük ortadoğu projesi, cia, katliam, MI6, mossad, NATO, özgür suriye ordusu, recep tayyip erdoğan, suriye sorunu
Recep Tayyip Erdoğan yalan söylüyor, Suriye’deki katliamları CIA ve MI6 Ajanları koordine ediyor


Press TV’ye konuşan Amerikalı uzman Suriye içeresinde silahlı gruplarca gerçekleştirilen katliamların CIA ve MI6 ajanları tarafından komuta edildiğini söyledi.

Şikagolu yazar ve radyocu Stephen Lendman CIA ve MI6’in özel kuvvetlerinin bugün Suriye’de olduklarını ve sivil katliamları planladıklarını belirtti.

Lendman Cumartesi günü Press TV’ye verdiği röportajında “Esed yanlısı yerel güçlerin peşindeler. Bunun Washington tarafından koordine edilen bir savaş olduğuna şüphe yok. Bu, NATO’nun doğrudan dâhil olmadığı düşük seviyeli bir savaş. Fakat aynı şey geçen sene Libya’da da gerçekleşmişti. O süreci de Washington yönetmişti. İsyancılar askere alındılar, sonra da finanse edilip silahlandırıldılar” dedi.


Lendman ayrıca “Suriye karşısındaki rejim değiştirme projelerinin yıllardır, en azından on senedir sürmekte olduğunu” da kaydetti.

Amerikalı yazar Kofi Annan’ın 6 maddelik barış planına işaretle “Annan’ın sözde barış planı sorumluluğu tek tarafa yüklüyor. Annan bu isyancılara, bu ölüm mangaları ve katillere nadiren değiniyor. Daha önce de Kofi Annan hakkında yazdım. BM genel sekreterliği görevi esnasında emperyalist savaşları önlemek için en küçük bir şey yapmamıştır” şeklinde konuştu.

medyaşafak

AKP Şakşakçısı, çakma tarihçi Mustafa Armağan'ın farklı açıdan çizilmiş bir tablosu

ak parti, akp, basındaki akp'liler, basındaki tayyipçiler, gerçek, gerçekleri, mustafa armağan, recep tayyip erdoğan
AKP Şakşakçısı, çakma tarihçi Mustafa Armağan'ın farklı açıdan çizilmiş bir tablosu

ÇAKMA TARİHÇİ MUSTAFA ARMAĞAN KÖTÜ YAKALANDI

Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü Doktora öğrencisi Kürşad U. Akpınar, Zaman "gazetesi"nde tarih yazıları kaleme alan Mustafa Armağan'ın "ipliğini pazara çıkardı!" Taraf gazetesindeki yazısını aynen aktarıyoruz:

"Mustafa Armağan Hilafetin kaldırılmasında Lozan’ın ve İngilizlerin rolünü ele alırken, popüler bir tartışmanın hararetli bir tarafı olarak basit hatalar yapmış görünüyor
Mustafa Armağan Zaman gazetesinde 4 Mart 2012 günü “Hilafetin Kaldırılmasını İngilizler mi İstemişti?” başlıklı bir yazı yayınladı. Armağan yazısında “hilafetin kaldırılması ve laikliğe gidiş, daha Lozan’da dayatılmış, Türkiye’nin kurulmasına bu şartla izin verilmişti” fikrini ileri sürüyor ve bu fikri desteklemek için gösterdiği delillerin arasında, İngiliz arşivlerinde bulduğunu ve ilk defa yayınlandığını söylediği bir belge dikkat çekiyor. Bu belge Armağan’ın ifadesine göre “Kral V. George’un 10 Ocak 1924 günü Avam Kamarası’na yaptığı belirtilen konuşma”dır. Bu yazıda, Armağan’ın sözünü ettiği belgeyle ilgili birkaç düzeltme yapmak ve ardından, Armağan’ın bu belgeyi, yazısının ana fikrini desteklemek için nasıl kullandığına bakmak ve burada gördüğüm bazı sorunlara işaret etmek istiyorum. Son olarak Armağan’dan yola çıkarak eleştirilerimi, Türkiye’de son dönemde iyice ilgi çeken popüler tarih konularının medyada ele alınışındaki bazı aksaklıklara çevirmek istiyorum.
Önce Armağan’ın yazısında söz konusu belgeyi nasıl ele aldığına bakalım: “İngiliz Milli Arşivleri’nden (National Archives) bulduğum ve ilk kez burada yayınlanacak olan bir “gizli” belge, Lozan’ın Hilafetle bağlantısını net bir şekilde ortaya koyacak nitelikte. 10 Ocak 1924 tarihinde İngiltere Kralı V. George, Avam Kamarası’na yaptığı açış konuşmasında, Lozan’ı ilgilendiren bir kanun tasarısının derhal görüşülmek üzere Parlamentonun gündemine geleceğini belirttikten sonra şu çarpıcı cümleyi sarf eder:
“Bu tasarı kabul edilir edilmez Lozan Antlaşması onaylanmış olacak ve YENİ BİR ÇAĞ AÇILACAKTIR.” (As soon as this Bill has been passed, the Treaty will be ratified, and a new era will open.) (CAB/23/46, s. 424)”
Bu satırları okur okumaz, daha belgenin içeriğiyle ilgili hiçbir analize girişmeden bir çelişki dikkat çekiyor. Armağan bu belge için bir taraftan bunun “gizli” olduğunu söylerken diğer taraftan da İngiliz Kralı’nın Avam Kamarası’na yaptığı konuşma olduğunu söylüyor. İngiliz hükümdarlarının parlamentonun alt kanadı olan Avam Kamarası’nda yaptıkları yıllık konuşmalar, ABD’de başkanların Kongre’de her yıl yaptıkları “Devletin Durumu” (State of the Union) konuşmasına, Türkiye’de de cumhurbaşkanının yasama yılını açış konuşmalarına benzer; diplomatların, basının ve kamuoyunun takip ettiği önemli bir konuşmadır ve metni ertesi gün gazetelerde yayınlanır. Bu konuşma nasıl bir “gizli” belgenin konusu olur?

Armağan belgenin önemini vurgulamak için, “gizli” olduğunun yan sıra belgeyi İngiliz Milli Arşivleri’nde “bulduğunu” söylüyor; buradan belgenin“bulunması ve Türkiye’den erişilmesi zor” bir belge olduğu imasını çıkarabiliriz. Ne var ki durum hiç öyle değil. İngiliz Arşivleri’nin web sitesine giren herkes (http://www.nationalarchives.gov.uk) bu belgeyi hiçbir ücret ödemeden veya kayıt formalitesi yerine getirmeden elektronik olarak hemen indirebilir. Nitekim ben de öyle yaptım.


Bu belge, arşivde İngiliz hükümetine ait belgelerin yer aldığı CAB kısaltmasıyla gösterilen tasnifte, 23. Klasörün 46. Altklasöründe yer alan bir dizi belge arasında yer alıyor. Kimi daktilo edilmiş, kimi matbu bir dizi belge bu klasörde art arda dizilmiş ve hepsi üzerinden yürüyen sayfa numarası verilmiş. Armağan’ın yazısında alıntıladığı satırların bulunduğu belgeye bakınca, bunun kralın Avam Kamarası’nda yapacağı konuşma metni taslağına son şeklini vermek üzere 10 Ocak 1924 tarihinde İngiliz başbakanlarının resmi ikametgahı 10 Downing Street’te yapılan kabine toplantısının tutanağı olduğunu anlıyoruz. Bu da bizi Armağan’ın yazısındaki ilk hataya getiriyor. İngiliz Kralı konuşmasını 10 Ocak’ta değil, bu toplantıdan 5 gün sonra, 15 Ocak 1924’te yapmış.
Belgeyi incelemeye devam ediyoruz, ve 10 Ocak’taki kabine toplantısında konuşma taslağında yapılan çok sayıda düzeltmeden birinin tam da Armağan’ın alıntıladığı ifade olduğunu görüyoruz. Ne yazık ki Armağan, cümlenin düzeltmeden önceki halini yayınlamış. Oysa, atıfta bulunduğu 424. sayfadan 7 sayfa öncesine, 417. sayfaya baksaydı, “YENİ BİR ÇAĞ AÇILACAKTIR” ifadesinin “YENİ BİR BARIŞÇIL İLİŞKİLER ÇAĞI AÇILACAKTIR” (a new era of peaceful relations will open) olarak değiştirildiğini görecekti. Yani İngiliz Kralı, Armağan’ın yayınladığı cümleyi konuşmasında zikretmiş olamaz; çünkü kabine toplantısında o cümle değiştirilmiş!
Üzülerek ifade etmeliyim ki Armağan, aslında tarih yazıcılığı açısından önemli bir tartışma konusu olacak bir konuyu, yani hilafetin kaldırılmasında Lozan’ın ve İngilizlerin rolünü ele alırken, popüler bir tartışmanın hararetli bir tarafı olarak basit hatalar yapmış görünüyor. Armağan için bu belge, münazarada kullanılacak bir silah hükmünde, oysa bir tarihçi refleksiyle hareket etseydi, en azından elindeki belgeye şüpheyle yaklaşacaktı. Bunu yaparken yukarıda sözünü ettiğim “gizli belge-kamuya açık konuşma” paradoksuna kafa yoracak, kralın konuşmasına verilen tepkileri araştıracak, bu sırada konuşmanın 10 Ocak’ta değil 15 Ocak’ta yapıldığını, elindeki belgenin konuşma metni olmadığını anlayacaktı.
Bu arada, Armağan’ın “gizli” dediği belgenin gizliliği böylece anlaşılmış oldu. Armağan’ın belgesi gizli, çünkü konuşma yapılmadan önce üzerinde yapılan düzeltmeleri içeriyor. Ama kralın konuşması gizli değil. Armağan’ın belgesini, Başbakan Erdoğan’ın seçimlerden önce açıkladığı “çılgın proje”si üzerinde danışmanlarıyla yaptığı çalışmaların “gizli” olmasına benzetebiliriz. Erdoğan “çılgın proje”nin “Kanal İstanbul” olduğunu açıklayınca o çalışmaların gizliliği sona erdi. Armağan’ın belgesi de, kral 15 Ocak 1924’te konuşmasını yapınca gizliliği kalmayan bir belge.
Armağan’ın sürdürmediği incelemeyi biz yapalım. Elimizde, 10 Ocak’ta yapılmış bir düzeltmenin belgesi var, ama kralın 15 Ocak’taki konuşmasında “yeni bir barışçıl ilişkiler çağı açılacaktır” dediğini hala %100 kesinlikle söyleyemeyiz. Meşruti monarşiyle yönetilen İngiltere’de hükümdarlar her ne kadar şatafatlı bir konumda olsalar da, bu örnekte gördüğümüz üzere, parlamentoya yaptıkları konuşma metinlerini bile hazırlayamıyorlardı. Ülkemizde zaman zaman cumhurbaşkanlarına yöneltilen “Çankaya noteri” eleştirilerini hatırlayınca, asıl noterin Çankaya’da değil Londra’da Buckingham Sarayı’nda oturduğunu söyleyebiliriz! İngiliz başbakanı, 10 Ocak’taki toplantının ardından bu cümleyi değiştirmiş veya metinden tamamen çıkarmış olabilir.
Bu belgenin içinde yer aldığı CAB 23/46 tasnifinde, 48 sayfa ileriye, 474. Sayfaya gidince, kralın konuşmasının İngiliz parlamento matbaasında basılmış resmi bir nüshasıyla karşılaşıyoruz. Muhtemelen konuşmayı izlemeye gelenlere dağıtılan bu matbu metinde, 10 Ocak 1924 tarihinde yapılan düzeltmenin aynen yer aldığını görüyoruz. Bir adım daha gidebilir, İngiliz parlamentosunda yapılan tüm konuşmaların yer aldığı internet arşivlerinde bu konuşmanın nasıl kaydedildiğine bakabiliriz. Nitekim, “New Statesman” adlı İngiliz haftalık siyasi dergisinin web sitesinde, kralın konuşmasının metnine ulaşıyoruz. (http://yourdemocracy.newstatesman. com/parliament/sessionalorders/ HAN2633155)
Hatırlayalım ki kral konuşmasında, Lozan Antlaşması’nın kabulü hakkında İngiliz parlamentosuna verilen yasa tasarısından söz ediyordu. Lozan herşeyden önce bir barış antlaşmasıydı ve Lozan’ın İngiliz parlamentosunda kabulü, 1914’ten bu yana İngiltere ile Türkiye arasında resmen sürmekte olan savaşın nihayetlendiği anlamına geliyordu. “Yeni bir çağ başlayacaktır” ifadesi komplo teorilerine ne kadar açıksa, İngiliz kralının savaştan barışa bu dönüşümü “barışçıl ilişkilerin yeni bir çağı” olarak nitelemesi o kadar rutin kabul edilmeli.
Yukarıda, Armağan’ın yaptığı işin önemini vurgulamak için belgeyi İngiliz Milli Arşivleri’nde “bulduğu” ve “gizli” bir belge olduğunu belirttiğine işaret etmiştim. Armağan’ın yaptığı bir vurgu da, belgenin “ilk defa yayınlandığı” idi. Yukarıda, New Statesman web sitesinde kralın konuşmasının linkini vermiştim. Konuşmanın ardından, 16 Ocak 1924 tarihinde çıkan tüm İngiliz gazetelerinin bu konuşmayı yayınladığını da söyleyebiliriz. Bu konuşma çeşitli İngiliz resmi yayınlarında da yer almış. Evet, Armağan “Türk basınında” veya “Türkiye’de” ilk defa yayınlandığını kastediyor olabilir. Ancak benim asıl anlatmak istediğim başka.
Medyada tarihin popüler bir şekilde ele alınışında, tarihin bir akademik disiplin olduğu çoğu zaman göz ardı ediliyor. Tarih, bir “araştırmacı-gazeteci”nin tek başına ortaya koyduğu ve her şeyi tek başına açıkladığı bir bilgi değildir. Tarih, tarihçiler tarafından sürekli inşa halinde olan, belli konular üstünde konsensus sağlanmış, ama belli konuların tartışıldığı bir yapıdır. Armağan’ın bu belgeye yaklaşımı bu noktada medyada tarih uzmanı olarak yer alan kişilerin yaklaşımlarına tipik bir örnek. Bu yaklaşım tarihçiliği, kimsenin erişemediği, sadece belli kişilerin ulaşabildiği bir takım özel ve de gizli belgelere erişme hakkı olarak tanımlıyor. Bu tarihçilik anlayışı aynı zamanda, o belgeye ulaşıldığı zaman biten bir anlayıştır, çünkü belgeyi okuduğunuzda adeta geçmiş dile gelecek ve tüm sırlarını size dökecektir.
Bu örnekte, Armağan’ın kullandığı belgenin aslında internet üzerinden 10 dakikada erişilebilen bir belge olduğunu gördük, ama öyle olmasa bile, tarihçinin işi belgeyi bulunca bitmiyor, aksine tarihçinin işi belgeyi bulunca başlıyor. Tarihçiliği önemli ve değerli kılan asıl nokta, bir gizli bilgi veya belgeye sahip olup onun sağladığı ayrıcalıklı konumdan nemalanmak değil, o bilgi ve belgeyi incelemek, analiz etmek ve diğer tarihçilerle tartışmaktır. Bu yolda sanırım işe önce, medyatik tarihçilerin ayrıcalıklı konumlarını sorgulayarak başlamalıyız."

(18 Mart 2012, Taraf)

Recep Tayyip Erdoğan, Ak Parti ve Sabetayistler

ak parti, büyük israil projesi, büyük ortadoğu projesi, cengiz çandar, gerçek, gerçekleri, mossad, recep tayyip erdoğan, sabetayistler
recep tayyip erdoğan ak parti ve sabetayisler

Sabetayistler AKP'ye kayıtsız şartsız sahip çıkıyorlar. Sabetayist ve Bilderberg mensubu Cengiz Çandar'ın ettiği


"Ne kadara satın alındın bilmiyorum ama.... Ama biz öldük Cengiz'cim. Ve arkamızdan sen "maliyet" dedin bizim için. "

***


Radikal yazarı Cengiz Çandar bugün yazdığı köşe yazısında Reyhanlı'da yaşamını yitiren 46 kişiden bahsederken "maliyet"kelimesini kullandı.
Reyhanlı'da gerçekleşen patlamalardan söz ettiği yazısında, Reyhanlı'da hayatını kaybedenleri "Ortadoğu politikasında 'etkili bir aktör' olmanın 'kaçınılmaz maliyetlerinden biri' olarak görmek" gerektiğini yazdı.
AKP’ye kayıtsız şartsız sahip çıkan Çandar, yapılanların yanlış olmadığını söyledi. Çandar’ın yazısının tepki çeken kısmı şöyleydi:
“Buradan, sakın, "Suriye konusunda yanlış yapıldı. Türkiye, Suriye'den ve Ortadoğu'dan uzak durmalıydı" şeklindeki bozguncu ve Soğuk Savaş dönemi statükoculuğunu benimsediğim sonucu çıkmasın. Türkiye, Suriye'ye ilişkin bir dizi yanlış yapmış olmakla birlikte, bunun alternatifi, Suriye'den ve Ortadoğu'dan 'uzak durmak' asla değildi.

“AKTÖR OLMANIN MALİYETİ”


Bu nedenle, Reyhanlı'daki patlamaları ve şimdiye dek herhangi bir benzeri olayda görülmemiş yükseklikteki can kaybını, Ortadoğu politikasında 'etkili bir aktör' olmanın 'kaçınılmaz maliyetlerinden biri' olarak görmek gerekiyor.
Bu, tatsız bir gerçek ama maalesef böyle. Böyle bir maliyetten uzak kalmak için Türkiye'nin Suriye'de olan bitenlerden uzak durması gerekmez miydi?
Hayır, bu mümkün değildi. Türkiye'nin ulaştığı gelişme düzeyi ve uluslararası sistemin içine girdiği kalıp, Ortadoğu'da 'etkili bir aktör' olmaktan öteye ona bir şans tanımıyordu. Bu da kaçınılmaz idi."
ÇANDAR’A AÇIK MEKTUP
Radikal yazarı Cengiz Çandar’ın yazısına en etkili tepki bir Hataylı’dan geldi. Ekşisözlük’te “Cengiz Çandar’a açık mektup” başlığı ile yayınlanan mektupta adeta Çandar’a ders verdi.

İşte o mektup:

“Demin sana mail atmaya çalıştım Cengiz'cim, ama radikal'in sunucuları bana adresini beğenmedik, ulaştıramadık dedi senin için.
Demek hem yorum yapmaya, hem de sitem almaya kapalısın. Bu yüzden kapalı mektubumu, senin yaptığın şekilde, açık açık yazıyorum.
Bak Cengiz'cim, sana bir Hataylı olarak yazıyorum.
Ne kadara satın alındın gerçekten bilmiyorum ama sana satın alınmamış bir kalem olarak birkaç kelam edeceğim.
Reyhanlı, Hatay’da ak Partisi’ne oy çoğunluğunun çıktığı iki üç ilçeden birisi. Geçmişte de MHP'nin kalesiydi burası. Ben bir Samandağlı olarak gurur duyuyorum, çünkü faşist düşünceye biz hiçbir zaman geçit vermedik. Ama Reyhanlılı kardeşlerimiz bu hatadan bir türlü dönemediler.
Orada yaşananlar yüzünden kan ağlıyorum, çünkü siyasi düşüncelerimiz taban tabana zıt bile olsa, Hatay’dan asla karşıt grup çatışması haberi gelmez, gelmedi, gelmeyecek de. Biz "sağduyulu" konuşmak için sizin gibi satmayız kendimizi, biz zaten sağduyuluyuz. Musevi arkadaşımızın cenazesine sinagogda katılıp, ertesi gün kilisedeki düğüne gideriz. Sünni kardeşlerimizle birlikte oruç tutup teravih namazında saf tutarız. Onlar da bizim ziyarethanelerimize gelip hrisi'mizi yerler. Ama sen hrisi nedir şimdi diye sorarsın, çok yabancı olduğun şeyler çünkü bunlar.
Biz savaşmasını bilmeyiz Cengiz'cim, biz savaşarak bir şeyin elde edileceğine inanmayız. O yüzden referandumla katarsın Hatay’ı Türkiye’ye, savaşarak değil. Çünkü burada cephe açılmadı, açılamaz da. Bu yüzden terörist gördüğümüzde ne yapacağımızı bilemedik. Dokunmadık. Suriye'nin muhalif askerlerinin Hatay’da ne b.k yediklerini eğer gerçekten bir gazeteciysen araştırır öğrenirsin. Dükkânları yağmalayan, herkesi rahatsız eden, sokakta makineli tüfeğiyle poz verip kendisine ses çıkarana "`biz Erdoğan’ın misafirleriyiz, istediğimizi yaparız`" diyen adamların hikâyelerini ben anlatmayayım sana.
Cengiz'cim. Ortadoğu politikasında etkili olmak istemiyoruz biz. Bizim böyle çorbada tuzumuz da olmasın, kaşığımız da! İstemeyiz!
Ama biz öldük Cengiz'cim. Ve arkamızdan sen "maliyet" dedin bizim için. Şimdi sana soruyorum Cengiz'cim, rica ediyorum, açık yüreklilikle cevap ver kardeşim. Şimdi seni öldürse birisi, bir başkası da arkandan "satılmış kalem olmanın maliyeti bu, mukadderat" dese senin sevenlerin, komşuların ne hissederdi?
Cengiz kardeşim, inşallah aklın başına gelene kadar ölmezsin, inşallah satılmış / korkak bir kalem olduğun için kömürleşerek can vermezsin. Biz satılmadığımız halde, kendimizi satmadığımız, düşüncemizi satmadığımız halde yanarak, kömürleşerek, parçalanarak can verdik. Ama sen umarım bu şekilde can vermezsin.
İnsana değil, hayvana değil, Recep Tayyip Erdoğan'a bile yakışmayan bir ölüm şekli bu. Ama bize yakıştırdınız. Teessüf ederim.”

13/05/2013

CIA ve MOSSAD İslami Hizmetlere ve Siyasal İslam'a Sızdı mı?

ak parti, akp, büyük israil projesi, büyük ortadoğu projesi, CIA ajanları, gerçekleri, mehmet şevket eygi, mossad, siyasal islam
recep tayyip erdoğan CIA mossad kripto yahudiler


Soru şudur: Türkiye'de İslamî/İslamcı hareketin içine CIA, Mossad ve başka istihbarat teşkilatları girmiş midir?

Zerre kadar aklı, irfanı, vicdanı olan bir kimse bu soruya "Hayır girmemiştir!" cevabını vermez.

Türkiye'de güçlü bir İslamcılık akımı ve hareketi olsun da bunun içine CIA ve Mossad girmesin, böyle bir şey düşünülebilir mi, mümkün müdür?

İnsanın elinde tek bir delil, tek bir karine olmasa bile bu soruya "Mutlaka girmiştir..." cevabını vermesi gerekir.

Çünkü, dünyanın en güçlü, kolları her yana ulaşmış, her deliğe girmiş iki canavar istihbarat teşkilatı olan CIA ve Mossad ülkemizdeki İslamî/İslamcılık hareketini bilmek, yönlendirmek, kullanmak, âlet etmek isteyecektir. Eşyanın tabiatı böyledir.

ABD'nin ve İsrail'in bugün en korktuğu güç İslam'dır.

Müslümanların birleşmesi.

Güçlenmesi.

İslam'ı hakim kılmak için elbirliğiyle çalışması Amerikan emperyalizminin ve İsrail devletinin sonu olur.

İslam'ın ve Müslümanların başarısız olması için neler yapmalıdırlar?

* Müslümanları böldükçe bölmek.

* Bölünmüş Müslümanları birbirine düşman etmek, birbirleriyle çekiştirmek ve tepiştirmek.

* İslamî hürleşme ve kurtuluş hareketini dejenere etmek.

* Müslümanları ABD ve İsrail emperyalizmine doğrudan veya dolaylı şekilde hizmet ettirmek.

* Müslümanları çıkmaz sokaklara, yanlış yollara sokmak.

* Müslümanlar arasında "İslam tek hak din değildir. İslam'ın yanında Yahudilik ve Nasranîlik de hak ibrahimî dinlerdir. Onların mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir" bozuk inancını yaymak.

* Kur'ana ve Sünnete dayalı gerçek İslam dininde cihad farzı vardır. Onlar yeni bir İslam türeterek bu farzı kaldırmak istiyorlar.

* Ehl-i Sünnet Müslümanlığını yıkmak, onun yerine sayısız bağımsız kiliseden oluşan bir İslam Protestanlığı getirmek.

Müslümanların bir kısmını haram kazançlara, kara ve kirli zenginliklere yönlendirmek, kokuşmayı teşvik etmek.

Bu amaçlarına ulaşabilmek için Müslümanların içine bir sürü ajan, casus, provokatör, istihbaratçı sokmuşlardır.

Şeytanlıkta o kadar ileri gitmişlerdir ki:

Müslümanların ehil bir Halife seçmesinden önce onlar kendi kukla, fantoş, uysal, evcil Halife adaylarını bile tesbit emişlerdir ve ilk fırsatta sahneye çıkaracaklardır.

Bu maksatla muazzam paralar harcanmaktadır.

Türkiye'de bir ABD ve İsrail Müslümanlığı türetmek istiyorlar.

Peki amaçlarına ulaşabilecekler midir?

Çok tahribat yapacaklar, çok fitne ve fesada sebebiyet vereceklerdir ama başarılı olamayacaklardır.

İnşaallah Türkiye'de Kur'ana, Sünnete, Şeriata dayalı bağımsız İslam hareketi başarılı olacak;

ABD'ye, İsrail'e, Kapitalizme, emperyalizm ve sömürgeciliğe, Haçlı hegemonyasına itaatkâr sahte İslamcılık başarısız olacaktır.

Milyonlarca Müslümanın bu konularda uyarılması, bilgilendirilmesi, aydınlatılması gerekmektedir.

Allah Ümmetimizi her türlü sapıklıktan, bid'atten, hıyanetten muhafaza buyursun.

Şahsî emellerini, riyaset ihtiraslarını, bâtıl asabiyetlerini tatmin için en azılı İslam düşmanlarıyla işbirliği yapanlara yazıklar olsun!

Sevgili Müslümanlar:

Dinde reform,

Dinde yenilik,

Dinde değişim,

Light/ılımlı İslam,

İslam Protestanlığı,

Fıkıhsız ve Şeriatsız İslam,

Tarihsellik mezhebi,

Mezhepsizlik,

BOP İslamlığı ve bunlara benzer yeni cereyanları kabul etme, bunlara cephe al; Kur'ana, Sünnete ve Şeriata dayalı gerçek ilahî İslam'dan yana ol ve onu savun.

CIA, Mossad ve BOP İslamcılığı Cennete değil, Cehenneme götürür.

Cennete gitmek isteyen Kur'ana, Sünnete, Şeriata sarılsın, ana caddeden ayrılmasın, Sevad-ı Azam dairesi içinde sâbit-kadem olsun.

Mehmet Şevket Eygi
Gazeteci Yazar
2011-09-11

Bu güne değin en çok tıklanılanlar