25 Mayıs 2017 Perşembe

AKPKK isimli organize suç, terör ve ihanet örgütünün şirketler ağı: Çalık Holding’in Offshore Planı ve Albayrak’ın Varlık Barışı | Akademi Dergisi

akademi dergisi, Recep Tayyip Erdoğan, akp'nin gerçek yüzü, çalık holding, berat albayrak, metin atalay, şafak karaaslan, malta, isveç, hasan doğan, naci ağbal, binali yıldırım, suç,

Çalık Holding’in Offshore Planı ve Albayrak’ın Varlık Barışı Enerji, tekstil ve inşaat devi Çalık Holding, milyonlarca liralık vergiden kaçmak için bir offshore şirketler ağı kurdu. Fakat sonrasında bu plana ihtiyaç kalmadı çünkü Çalık çok daha kolay bir yöntem buldu: Berat Albayrak’ı kanun çıkarmaya ikna etmek. Berat Albayrak’ın CEO olarak görev yaptığı sırada Çalık Holding, Türkiye’de vergi ödememek için Malta ve İsveç’te kurulu şirketleri içeren bir offshore sistemi kurdu. Ama sonunda bu sistemi kullanmaktan vazgeçtiler. Neden? Çünkü daha basit bir yöntem buldular. 

Albayrak, 2015 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı seçildiğinde, Çalık Holding’deki eski iş arkadaşlarının yazdığı bir vergi affı kanununun meclise sunulmasına aracı oldu. Varlık Barışı olarak da adlandırılan kanun, Çalık gibi şirketlerin yurtdışında offshore hesaplarda tuttuğu milyonların vergi ödemeden ve hesabı sorulmadan Türkiye’ye girişine izin veriyordu. European Investigative Collaborations (EIC) konsorsiyumu, Malta’nın ticaret sicil kayıtlarını ve Redhack’in geçtiğimiz sene Eylül’de yayınladığı e-postaları kullanarak Albayrak ve Çalık Holding’in offshore maceralarını gözler önüne seriyor. Aynı zamanda da Çalık gibi şirketlerin hükümet üzerindeki etkisini ortaya çıkarıyor. Operasyon: Parayı Türkiye’ye getir 4 Kasım 2011’de gönderilen e-posta uyarıyor: 

➥ ''Abi yeni bir sistem kurulacak ama bu sistem Maliye’yi kandırmaya yönelik, yani sakat bir sistem olacak. Yarın bir gün bu tespit edilirse Maliye’de itibar iyi olmayabilir.'' 

E-postayı gönderen, Çalık Holding’in Dubai ofisi çalışanı Metin Atalay. Alıcısı ise o sırada 33 yaşında olan, Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak. Metin Atalay’ın gönderdiği e-postalardan anlaşıldığı üzere Atalay, Dubai ofisi için Albayrak tarafından işe alınıyor. Çalık’ın Dubai operasyonu, vergi yükümlülüğünün olmadığı serbest bölgelerden biri üzerinden yürütülüyor. Atalay’ın aslında gerçek bir iş tanımı yok ve Çalık’la bağlantılı görünmemesi için kendisine kartvizit bile bastırılmıyor. Kendi yazdığına göre patronları Atalay’a ''işinin hiçbir önemi yok'' ve ''[seni] sadece ve sadece bu ince işler için işe aldık'' diyor. 

Yani önüne koyulan belgelere tek bir soru sormadan imza atması için. Çünkü Çalık’ın Dubai şirketinin diğer ülkelerden gelen kârı toplamak dışında gözle görülür bir aktivitesi yok. Kayda değer bir faaliyeti olmamasına rağmen, Dubai offshore şirketlerinin elde ettiği gelir oldukça fazla. Atalay’ın yazdığı e-postaya göre 2011’in sadece ilk altı ayında Çalık Dubai’de biriken para 34.7 milyon doları buluyor. Çalık, bu parayı Türkiye’ye getirmek istiyor. Ancak paranın Dubai’den yasal yollarla Türkiye’ye gelmesi, Çalık’ın getirdiği meblağ üzerinden Maliye’ye yüzde 20 vergi ödemesi anlamına geliyor. O halde hiç vergi ödemeden milyon dolarlar Dubai’den Türkiye’ye nasıl getirilir? Bu görevi Çalık’ın Dış İlişkiler Sorumlusu Şafak Karaaslan üstleniyor. Karaaslan, Malta ve İsveç’i kapsayan bir şirketler ağı oluşturmaya karar veriyor. Çalık’ın planına göre, Dubai’deki milyonlar Malta’daki şirketlerin hesabına aktarılacak ve para üzerinden Malta Gelir İdaresi’ne yüzde 35 vergi ödenecek. Kağıt üstünde durum Türkiye’deki sistemden daha maliyetli. Ama bir detay var. 

Çalık’ın hissedarları Malta’da yaşamadığı ve şirket Malta’da kayda değer bir faaliyet yürütmediği için, şirket Malta Gelir İdaresi’ne ödediği verginin yüzde 80’inin iade edilmesini isteyebiliyor. Böylece ülkeye ödenecek vergi pratikte yüzde 5’e iniyor. Para bu şekilde Avrupa Birliği sınırlarından girmiş oluyor. Bundan sonraki adım parayı İsveç’te bulunan hesaplara aktarmak. İsveç’e Malta’da yüzde 35 vergi ödendiği beyan edilecek, verginin büyük kısmının geri alındığı ise saklanacak. Böylece İsveç, Malta’da halihazırda yüksek seviyeden vergi ödendiğini düşünerek parayı ikinci kez vergilendirmeyecek. Son aşama, paranın Türkiye’ye gelmesi. İsveç’teki şirketlerden transfer edilen para, yüksek vergili ve offshore olmayan, finansal açıdan saygınlığı yüksek bir İskandinav ülkesinden geldiği için şüphe uyandırmayacak. 

23 Mayıs 2017 Salı

Sabetaycı gizli Yahudiler neden İlahiyat Fakültesi yaptırır: RTE İlahiyat fakültesi de ilim diye sapıklık yayıyor | Mehmet Fahri Sertkaya

Sabetaycı gizli Yahudi Doğuş Grubu (Ferit Şahenk) tarafından yaptırılan RTEÜ İlahiyat Fakültesi'nde ilim diye sapıklık yayan Namık Kemal Okumuş...
Akıl alır gibi değil... Allah, bunların şerrinden muhafaza eylesin. 


Sapıklık boylarını aşmış...




Resmini gördüğünüz bu herif, bir doçent doktor olmasına rağmen, RTE üniversitesi İlahiyat fakültesindeki bu günkü (23 Mayıs 2017) dersinde, 


➥ Ayetle sabit olan öşür (toprak mahsulleri) vergisini, Osmanlı Devletinin uydurduğu bir toprak vergisi olarak anlattı. En temel seviyede ilim tahsili yapmış ya da tarih okumuş birinin bile, mesela Süleymancılar cemaatinden okuyup temel seviyede hoca olmuş birinin bile, bu doçentin bu palavrasına/iddiasına gülmekten karnı çatlayabilir. 

➥ Ama orada da durmadı bu nasıl doçent doktor olduğu anlaşılamayan şahıs ve Süleymanlılar cemaatinin ona göre uydurma bir vergi olan öşür ile hala halkı sömürdüğü iftirasını attı. Sadece yurt içinde, kimi gökdelen olan, kimisi kocaman bir bina olan, kimisi tek başına binlerce talebe barındıran içinde sağlık ocağından düğün salonuna kadar her bir şeyi olan binlerce kurs ve yurdun maliyetlerinin nasıl karşılandığını ve her sene Süleymancılar cemaatinin yüz binlerce talebesinin/mezunun ihtiyaçlarının nasıl karşılandığını ise saçının ucuna bile takmadı utanmaz ve Allah'tan korkmaz herif...

➥ Hızını yine alamadı ve Hanefi müçtehitlerinin içtihadına dayanan iskat-ı salat ile dalgasını geçti. Bakın tenkit falan etmedi, açıkça dalga geçti, bunun da Süleymancı uydurması olduğu gibi bir hava ile, başta Süleymancılar cemaati olmak üzere cemaat ve tarikatlar tarafından halkı soymanın taktiklerinden başka bir şey olmadığı iftirasını attı. Bu kadar cahillik, bu kadar seviyesizlik, bu kadar alaycılık düşman başına... Zaten bu kadarı, ancak kalbinde bir hastalık olandan, bu dine düşman olandan, kastı olandan beklenir. Hiçbir Müslüman, bu dereceye cahillik ile, aldanarak gelemez, şayet akıl sağlığı yerinde ise...

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Süleymancılar neden AK partiye oy vermiyor? | AK parti kurulurken Süleymancılar bölündü mü? | Mehmet Fahri Sertkaya

abbas gökçe, akademi dergisi, akp'nin gerçek yüzü, cia, ismet yıldırım, kemal kacar, mehmet denizolgun, Mehmet Fahri Sertkaya, mossad, nurettin akman, süleymancılar, şevket tandoğan,


O HABERLERİN HEPSİ YALANDI



Hepsi art niyetle yapılmış haberlerdi.

Süleymanlılar cemaati, AKPKK suç, terör ve ihanet örgütünün, CIA ve MOSSAD tarafından, İçimizdeki İsrail ve İçimizdeki Ermenistan ortaklığı ile kurulmasını, HİÇBİR ZAMAN desteklemedi. Cemaat, AKPKK nedeni ile hiçbir zaman bölünmedi.

Süleymancılar, bu ihanet projelerine set oldular. Bunun için bedel bile ödediler. Bunun için AKPKK'yi kuranlar, fotoğrafta gördüğünüz Nurettin Akman'ı kullanarak Süleymanlılar cemaatinin merhum idarecisi Kemal Kacar'ı ilaçlarla delirtmek bile istediler. Bu Nurettin Akman başarısız olsa da, sonra AKPKK'de Ankara il başkanı ve sonra millet vekili bile oldu. Hala bu suç, terör ve ihanet örgütü içinde etkili ve el üstünde tutulan, hala bu örgüte karşı set olan Süleymanlıları içeriden bölmesi yolunda kullanılan bir isim...

Süleymanlılar hiçbir seçimde de AKPKK'ye oy vermediler. Son darbe tiyatrosuna da alet olmadılar.




Bu gördüğünüz fotoğraf, ne olduğunu, kim olduğunu, gerçek yüzünü artık hepinizin bildiği Şevket Tandoğan’ın paylaştığı bu fotoğraf, AKPKK’nin ilk kurulduğu dönemde, İç Anadolu Birliği Başkanı olarak tertip etmiş olduğu iftar programından...

Programa katılımın yüksek düzeyde sağlanmasının nedeni ise Süleymanlılar cemaatinden kovulan isimlerin AKPKK’de siyasi sahnede yer alma gayretiydi. Aynı zamanda AKPKK'yi kuranların ve onların da arkasında olan CIA ve MOSSAD'ın taktik manevrasıydı. Neticede yeni kurulan AKPKK’nin toplumdan destek alması gerekiyor, güya bu desteği de Süleymanlılar sağlıyordu. Oysa bu toptantıda Süleymanlılardan hiç kimse yoktu. Cemaatten kovulmuş onlarca yasaklı ve sözde Süleymancı, İstanbul'dan Ankara’ya iftara taşınmış ''Biz güçlüyüz'' mesajı verilmişti. On milyonlarca mensubu bulunan bir cemaatten kovulmuş onlarca kişinin, kovulduktan sonra cemaat tabanında hiç destek bulamamış onlarca kişinin, 'cemaati böldükleri' şeklinde haber yapmak, Türk gözüken gizli Yahudi ve Ermeni basın ve medya için mesele bile değildi.

Fotoğrafta arka masada, Süleymanlılar cemaatinden merhum Kemal Kacar tarafından kovulan Abbas Gökçe var. Beytülmalin şirketi HİLAL denizcilikte, şahsına çıkar sağlayacak işlere teşebbüs ettiği için kovulmuş ve tabii ki diğer kovulanlar gibi o da AKPKK'nin kuruluşundaki yerini almıştır. Her dönemde Süleymanlıların, kendi içlerinden çıkan yamuk adamlara da tavırları, gereğince sert olmuştur, olmaktadır.

Abbas Gökçe'nin, Refah Partisi Üsküdar Meclis Üyesi olarak başladığı siyasi hayatı AKPKK’de meclis üyesi olarak kısa sürmüştür.

Yine cemaatten kovulanlardan İsmet Yıldırım’ın genel müdür olduğu Kiptaş'ın, Aydos villa projesinde müteahhit olan Mehmet Denizolgun beyin yanında çalışmış, Mehmet Denizolgun beyi birçok hususta yanlış yönlendirmiş, ticari olarak o yıllarda zarara uğratmıştır. Şuan İsmet Yıldırım’ın genel müdür olduğu Kiptaş’ta damadı çalışmakta, kendisi de gayri resmi olarak işlere devam etmektedir.

Diğer fotoğrafta da Turan Kıratlı’nın sağında yer alan Abbas Gökçe, cemaatten kovulanların 23 Haziran 2000 tarihinde, cumadan sonra Denol şirketinde, Mehmet Denizolgun beye baskı kurması için öne sürdükleri/kullandıkları kişilerdendir. Abbas Gökçe’ye Mehmet Denizolgun bey vekalet verecek kadar güvenmiş sonradan bütün işlerden azletmiştir.

Süleymancılar son referandumda da HAYIR dediler. Hayır diyeceklerini duyuran ve cemaat merkezinin rahatsız olmadığı Akademi Dergisi yayınlarına ve sitelerine, tamamen hukuk dışı ve keyfi şekilde, bu suç, terör ve ihanet örgütü tarafından, devlet gücü su-i istimal edilerek erişim engellemeleri yapıldı ki bu hususta da yargılanacaklar.

Süleymanlılar, devlet için, millet için, ümmet için, insanlık için çilelere katlanmakta, sabır etmekte mahirdirler. Lakin iş, kendi devletimizin gücü hukuksuzca kullanılarak ve rest çeker bir eda ile haksızlıklar, zulümler yapılmasına kadar varırsa, devlet kurumlarına sızmış bu suç terör ve ihanet örgütü haddini iyice aşarsa, bu site engellemeleri devam ederse, verdiğimiz şikayet ve itiraz dilekçeleri keyfi müdahaleler ile sümen altı edilmeye devam ederse, Süleymanlılar devleti ve milleti tehlikede görürler ve sabır etmezler. Böyle bir anda sabır etmeyi değil, devleti tam anlamı ile ele geçirmeyi deneyen bu suç, terör ve ihanet örgütü karşısında ve bunların arkasındaki asıl güç olan CIA, MOSSAD ve Siyonizm karşısında bedel ödemeyi, devlet ve millet için devleşmeyi tercih ederler. Bu, böylece biline. Devlet yoksa, hukuk tanınmıyorsa, bu gölgesinden korkan adamlar kendilerini bir nane sandılarsa, her T.C. vatandaşı gibi Süleymanlılar da devleti, milleti ve hukukun üstünlüğü için bedel ödemeyi seve seve göze alırlar. işte rest de böyle olur.

9 Mayıs 2017 Salı

AK Parti Süleymancılara neden düşmanlık yapıyor, bölmek istiyor? Turan Kıratlı, Nurettin Akman, Ali Kangel, Şevket Tandoğan ve diğerleri, neye hizmet ediyorlar? | Mehmet Fahri Sertkaya

akademi dergisi, Mehmet Fahri Sertkaya, süleymanlılar, akp'nin gerçek yüzü, Recep Tayyip Erdoğan, kemal kacar, nurettin akman, turan kıratlı, gerçek yüzü, şevket tandoğan, cia, mossad,


Neler oluyor, neler dönüyor?

BURASI, sözde Süleymanlıların AKPKK üzerinden CIA'nın kucağına düştükleri yer: Bilim ve İnsan Vakfı...


Fotoğraflar, 'Arkamızda Reis var. AK parti var' diye diye her suçu işleyen ama siyasi nüfuz ile yargılanmasına izin verilmeyen eski AKPKK millet vekili Turan Kıratlı üzerine kurulmuş sistemin, Bilim ve İnsan Vakfı'nın Elmalılı Hamdi Yazır Kur’an Akademi'sinden...

Süleymancıları bölmek için yıllardan beri yılmadan iç fitne çıkartmaya çabalayan...

Bu maksatla her suçu işleyen...

Son olarak Ali Kangel ve çevresini kullanarak bunu deneyen...

Bunun için çırpınırken, harcadığı devasa meblağda para ile Süleymancıların hizmet kadrosunu satın almayı, kendilerine çekmeyi denerken, bir de 'Arkamızda Reis var. AK parti var. Siz bize gelin. Büyük bir proje üzerinde çalışıyoruz. Size iyi maaş vereceğiz. Özel otomobil vereceğiz' diyen...

Bu kadar büyük bir projede harcadığı bu çok yüksek meblağda paranın kaynağını açıklamasına ihtimal bulunmayan Turan Kıratlı...


AKPKK+CIA+MOSSAD ittifakının IŞİD ile petrol, kadın, organ, uyuşturucu kaçakçılığı yaparak elde ettiği kara paralarla mı, gerçekten iddia ettiği gibi Recep Tayyip Erdoğan'ın desteği ile mi böyle güzide bir hizmet yolunu, Süleymanlılar cemaatini parçalamak için mücadele ediyor?

Neler oluyor, neler dönüyor?

İddia ettiği gibi arkasında Tayyip Erdoğan’ın desteği var mı? Uzun zamandır:

➥ "Ey Tayyip! Daha ne kadar susacaksın? Bu ekibi yalanlasana? Bunları yalanlaman bile yetmez, bunlardan davacı olsana? Benim adımı kullanmışlar, ne suçlar işlemişler. Davacı oldum. İlgili devlet kurumları dernek/vakıf faaliyetlerine dair incelemeler yapıyorlar. Mali kaynakları iddia edildiği gibi AKP değildir, CIA, MOSSAD ve kara para olduğu iddiası ise araştırılıyor. Adli makamlar da şahısları soruşturuyor. Burası kanun/hukuk devleti. Gereken her şey yapılıyor desene?''

diyoruz ama bu fitnecilere gerekeni yapan yok. Bunlardan bize davacı olup "Yalan bunlar. İspat edemezler" diyen de yok ve çaresiz kalıyorlar ama nihayet Başbakanlık'ın içine sızmış bir suç örgütü bunları kollamak adına Akademi Dergisi web sitelerine tamamen hukuksuz ve keyfi şekilde erişim engelleri uyguluyor. Gerçekten merak ediyoruz, neler oluyor bu devletin kurumlarına, yapısına?


Erdoğan sayesinde, inanılmaz şekilde hala görevinde bulunan ve yine Süleymanlılar cemaatinden kovulmuş bir kişi olan İsmet Yıldırım’ın genel müdürü olduğu Kiptaş’ın yapmış olduğu ve finansını sağladığı yurtlardan biri olan ve fitneci Turan Kıratlı'nın ekibinin vakfına bağlı olan “Elmalılı Hamdi Yazır Kur’an Akademisi”nde, Pazar sabahları, merhum idarecimiz Kemal Kacar Beyağabeye ilaçla müdahale edip akıl sağlığını bozmaya teşebbüs eden ve cemaatten kovulan ve AKPKK'den il başkanı ve sonra millet vekili olan Nurettin Akman'ın ev sahipliğinde kahvaltı veriliyor. Bilim ve İnsan vakfı başkanı Turan Kıratlı bu düzeni nasıl sağlamaktadır? Değirmenin suyu nereden gelmektedir? Bu herifler derhal ağır ceza mahkemelerinde yargılanmaları gerekirken, AKPKK'li siyasetçilerin, devlet erkanının, devlet kurumlarının, Hıyanet işleri başkanlığının bunlarla yakınlığı nedendir, ne içindir, kim içindir, neyin hürmetinedir, nasıl izah edilebilir?

Derinlemesine bir araştırmada buradan yola çıkılıp da "MOSSAD ve CIA'nın Sünni cemaat ve tarikatları AKPKK üzerinden ele geçirme" planlarına çıkılabilir mi? Tuhaf, ani bir ölümle ölen Mustafa Koç'un da bu ekibi arka plandan finanse edip yöneten ve bu ekibin CIA ile MOSSAD'a bağlanmasını temin eden kişi olduğu iddialarını dillendirenler, sarı çizmeli Mehmet Ağa denilecek kişiler değiller. Böyle ciddi insanlar, böyle ciddi iddialarda bulunuyorlarsa, mutlaka bir bildikleri de vardır. Mustafa Koç'un, Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya gelip;

➥ ''Süleymancılar cemaatini yok etme ya da ele geçirme planları yaptığı'' iddia edilen o görüşmenin ertesi günü dikkat çekici şekilde ölmesine dair iddialar, çok ciddi kişiler tarafından dillendiriliyor. Ayrıca eski Boşbakan ve Karay Yahudisi Ahmet Davudoğlu'nun, Süleymancılar cemaatinden önemli bir şahsa,


➥ "Erdoğan'ın size dair çok ciddi planları var. Sizi bitirmek isteyecek. Üzerinize gelecek. Liderinizi içeri attıracak.'' mealinde konuştuğu, kendisine bu bilgi iletilen cemaatin merhum idarecisi Arif Ahmet Denizolgun'un gayet rahat bir tavırla;

➥ "Buyursun gelsin. Biz buradayız'' deyip yorum yapmadığı iddiaları da var. Bütün bunlar bir araya getirilince, insanın aklına her şey geliyor.

Üstelik, Çamlık Mh. Hatboyu Cd. (Turgut Özal Bulvarı) Çobanoğlu Sk. Şehit Mustafa Efendi Camii Yanı, No:11 Çakmak, Ümraniye – İstanbul adresinde faaliyet gösteren Elmalılı Hamdi Yazır Kur’an Akademisinde İçi boşaltılmış bir sistemle çalışılmaktadır. Erkek hocaların sadece kadınlara Kur'an dersi vermesi kadınların erkek hocalara kuran okuması dinen nasıl açıklanır? 

Bunu zaruri kılan şartlar mı vardır? Kadınlara kadın hoca bulunamamış mıdır? Yoksa CIA ve MOSSAD bunun için, laçkalaştırıp dönüştürmek, devşirmek için mi Süleymancıları bölmek istemektedir? Süleymanlıların da, ellerinde oyuncak ettikleri Hıyanet işleri teşkilatı gibi olmasını mı istemektedirler? CIA ve MOSSAD'ın AKPKK'yi ılımlı İslam projesi için kurduğu belli de, son dönemdeki hezimetler yetmedi mi?

Süleymancıların İlahiyatlar, imam hatipler gibi olmasını mı istemektedirler? Kendilerini Süleyman Efendiye bağlı sananların, İlahiyatın bozuk ekolüyle ders vermesinden neye hizmet ettikleri, kimler tarafından yönetildikleri belli değil midir?

➥ ''AKPKK = Belediye şirketleri = Kiptaş = Bilim ve İnsan Vakfı Yurtları = AKPKK’leştirilmiş devşirme Süleymancılar'' şeklinde faal bir sistem de mevcut mudur? Bu çetenin bu kadar suçu, belediyeler, belediye ve devlet kurumları, AKPKK teşkilatları da açıkça kullanılarak mı işlenmektedir?

Alevilerin on Muharrem iftarında, dönemin Hıyanet işleri başkanıyla, adı 'Mercedes Görmez'e çıkan ve alemin önünde Hıyanet işleri başkanlığını ve şahsını "yalancı" durumuna düşüren ama hala o makamda tutulan Mehmet Görmez ile aynı masayı paylaşan Turan Kıratlı, Ehl-i Sünnet inancında orucun nasıl tutulduğunu bilmemekte midir? Birilerinin çok büyük yarası/derdi/sıkıntısı, Süleymancıların bu devlete ve millete kurulan her türlü tuzağı bozup durması mıdır?

****
Bakın buradan yazıyoruz: Burası dağ başı değil. Burası bizim devletimiz. Bu kurumlar bizim devletimizin kurumları. Bu paralar bizim milletimizin paraları. Bu imkanlar birilerinin 'Cemaatleri tarikatları CIA için ele geçirme' planlarına, suçlarına kullanılamaz. Bu kadro bu kadar aleni şekilde suç işlemişken, işlemeye devam ederken "Arkamızda Reis var" diyerek kurtulamaz. Reis'lerini de, partilerini de, CIA'larını da tanımıyoruz. Bizler hukuk tanıyoruz. Devletimizin otoritesini tanıyoruz. Bu işler böyle devam ettirilmek istenirse, çok nahoş olaylar yaşanacaktır ve memleketin gündemini uzun süre meşgul edecek, zaten kararmış AKPKK'nin imajını Müslüman millet içinde iyice karartacak karşılıklı mücadeleler yaşanacaktır. Süleymanlıların böyle hukuk tanımazlığa ve hukuk tanımazlara tavrı her geçen gün daha da sertleşecektir. Herkes, bundan sonra nasıl davranacağına karar verirken, bu ikazlarımızı dikkate alsın.

Akademi'nin bir tek sitesine ve yayınına daha, hukuksuz bir müdahale, engelleme yapılırsa da fırtına kopacaktır. Bu böylece biline...

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Washington Post: Erdoğan, Fujimori'nin yolunda | Akademi Dergisi

akademi dergisi, mehmet fahri sertkaya, recep tayyip erdoğan, ahmet davutoğlu, abdullah gül, bülent arınç, avrupa birliği, akp'nin gerçek yüzü, binali yıldırım, NATO, alberto fujumori,

Washington Post gazetesinde yayımlanan bir makalede, Peru'nun 'kendi kendine darbe yapan' eski lideri Fujimori ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında karşılaştırma yapıldı.

ABD gazetelerinden Washington Post’ta Türkiye’deki sistem değişikliğini Latin Amerika ülkesi Peru’nun deneyimiyle karşılaştıran bir makale yayımlandı.

Florida Üniversitesi’nden Latin Amerika ve demokratikleşme alanlarında Astrid Arrarás ile Türkiyeli doktora öğrencisi Orçun Selçuk’un ortak imzasıyla yayımlanan makalede öne çıkan kısımlar şu şekilde:

FUJİMORİ’YE NEDEN BENZİYOR?

“Türkiye lideri Recep Tayyip Erdoğan geçen ay cumhurbaşkanlığının yetkilerini genişleten bir referandumu kazandı. Birçok gözlemciye göre Erdoğan böylece Türkiye’yi öngörülebilir gelecekte hiçbir meydan okumayla karşılaşmadan yönetebilecek.

Araştırmalarımız, Erdoğan’ı Türkiye siyasetine hâkim olma girişiminin benzersiz olmadığını ortaya koyuyor… Peru’nun Alberto Fujimori yönetiminde yaşadığı deneyim Türkiye için karşılaştırmalı dersler içeriyor. İki ülkede de, başkanlar ağır krizler bağlamında neredeyse sınırsız güç elde etti. Zaman içinde, daha geniş idari yetki alabilmek için anayasal değişiklikler yaptılar. İktidarı ellerinde toplarken, kendi siyasi partileri dahil, diğer kurumları zayıflattılar.

AK PARTİ, ERDOĞAN'IN ŞAHSİ ARACI HALİNE GELDİ

Fujimori’nin ilk başta zannedildiği kadar başarılı olmamasının nedeni, güçlü bir partiye sahip olamamasıydı. Türkiye’deyse, iktidardaki AK Parti’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsi aracı haline gelmekte olduğuna dair işaretler var. Türkiye’nin rekabetçi otoriter rejiminin dayanıklılığı risk altında olabilir.

1993 ANAYASASI, FUJİMORİ’NİN KİLİT HAMLESİYDİ

Fujimori, Peru’yu —Erdoğan gibi- kararnamelerle yönetirken, anayasayı yeniden yazmak için bir kurucu meclis topladı. Peruluların yüzde 53’ünün onay verdiği 1993 anayasası başkanın hemen yeniden seçilmesine olanak tanıyor, iki kamaralı meclis yapısını kaldırıyor ve idam cezasını geri getiriyordu. Başkanlığın yetkilerini ciddi ölçüde güçlendiriyor ve meclisi her şeyi incelemeksizin onaylayan bir kurum haline getiriyordu.

Bu yeni kurallarla, Fujimori 1995’te kolayca yeniden seçildi. İkinci başkanlık döneminde muhalefetin oyun sahasını iyice daralttı. Hükümet, istihbarat servisini kullanarak gazetecileri tehdit etti ve yargıçlara rüşvet verdi.

YARGIYI DESTEKÇİLERİYLE DOLDURDU

Fujimori’nin görev süresinin 2000’de bitmesi gerekiyordu fakat destekçileri, eski anayasa çerçevesindeki ilk döneminin (1990-1995 arası) sayılmayacağını iddia etti – Erdoğan da 2014-2019 arasındaki ilk dönemi için benzer bir durumu savunuyor. Muhalefet, Fujimori iktidarını sonsuza kadar sürdürme çabasına karşı çıktı fakat eşit olmayan koşullarda çalışması gerekiyordu. Yargı ve seçim kurulu Fujimori destekçileriyle doldurulmuştu.

Fujimori 2000’de, ikinci tura kalmamak için seçimlerde hile yapmaya çalıştı. Muhalefet ikinci tutu boykot kararı alınca da yasadışı bir biçimde üçüncü defa seçildi. Fakat partisi parlamentoda çoğunluğu kazanamadı. Yeniden seçilmesinin ardından, istihbarat şefinin karıştığı bir yolsuzluk skandalı patlak verdi. Görevden alınma tehlikesiyle karşılaşınca Japonya’ya kaçtı ve istifa etti.

KOALİSYONU HIZLA DAĞILDI

Fujimori’nin iktidarı ele geçirme çabası zaman içinde başarısız oldu çünkü güçlü bir siyasi geliştiremedi. Bireysel gücün güçlenmesi kurumların altını oydu. Son derece şahsileşmiş bir ortamda, parti zayıflığı nedeniyle iktidarda kalmak için yasadışı önlemlere başvurmak zorunda kaldı. 2000’de seçimlerde hile yapmaya ve muhalefet üyelerine rüşvet vermeye çalışmasının ardından, gevşek koalisyonu hızla dağılmaya başladı.

'Rejimin ayakta kalması Fujimori’nin şahsına bağlı olduğu için partisinde onun yerine geçecek bir başka siyasetçi yoktu. Benzer bir senaryo şimdiden Türkiye’de görülebilir.

AK Parti 2001’de kurulduğunda tek üst düzey isim Erdoğan değildi. Bugün eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül, hükümet sözcüsü Bülent Arınç ve başbakan Ahmet Davutoğlu dahil, bütün diğer kilit önemdeki kişiler kenara itilmiş durumda. Hiçbiri referandum sırasında faal biçimde ‘evet’ oyu için kampanya yapmadı. Bunun yerine, Erdoğan’ın başkanlık kurma arzusuna dair endişelerini dile getirdiler. Bu arada, AK Parti’nin şu anki genel başkanı olan Başbakan Binali Yıldırım referandum kampanyasının paravanı olarak davrandı, kendi koltuğunun kaldırılması için de kampanya yaptı.

YENİ SİSTEMDE, ERDOĞAN'IN PARTİSİNİN ÖNEMİ AZALACAK

Fujimori’nin partisine kıyasla, AK Parti’nin toplumda hâlâ kökleri var. Aynı zamanda halk arasında güçlü bir örgütlenmesi bulunuyor. Son darbe girişimine halktan gelen direniş bunun kanıtı. Fakat güçlü bir başkanlık sisteminde, Erdoğan AK Parti’ye daha az bağlı kalacaktır. Siyasetçiler, parti içinde hareket etmek yerine başkanla bireysel ilişkileri üzerinden bir kariyer arayışına girecektir. Kurallar Erdoğan’ın ihtiyaçlarına göre belirlendiği için, bu durum gelecekte bir halef krizine de yol açabilir.

Trump yönetimi Türkiye’nin referandumuna onay işareti verse de, diğer ülkeler, özellikle de Avrupa durumu o kadar hoş karşılamadı. Türkiye hâlâ NATO’nun bir üyesi ve AB’ye üyelik adaylığını da geri çekmiş değil.

BATI VE AK PARTİ BELİRLEYECEK

Batı’yla bağları, Türkiye’nin tam anlamıyla otoriterliğe kaymasını önleyebilir. Fakat Türkiye aynı zamanda Batı üzerinde güçlü bir nüfuza da sahip Şu an 2.5 milyon Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapıyor. Erdoğan AB’yi sık sık Türkiye’nin sınırlarını açmak ve sığınmacıların Avrupa’ya gidişine izin vermekle tehdit ediyor.

Türkiye’de otoriter bir rejimin geleceği, AK Parti’nin Erdoğan’ın şahsi gündemine karşı direncine ve ülkenin Batı’yla karmaşık ilişkilerine bağlı olacak. Peru’nun deneyimi şunu gösteriyor ki, başkanlık iktidarını sağlamlaştırmak uzun vadede, göründüğünden daha zor. Eğer Fujimori bir şekilde yol gösteriyorsa, o zaman Erdoğan henüz sonsuz iktidarı garantilememiş demektir.”

Bu güne değin en çok tıklanılanlar